Åžimdi…
YAZI DEFTERİ | Emin Topkaraoğlu | 22 Temmuz, 2010 | 4.859 kere okunduKöşeyi dönmüştü. Bitmek üzere olan sigarasını dünden kalma yağmurun çamurlu birikintisine attı. Durdu.
Derin ve heyecan dolu nefesini alırken dudaklarından çıkan ve rüzgârla dağılan dumana baktı. Ellerini uzamış sakallarında gezdirdi ve koşmaya devam etti. Siren sesinden giderek uzaklaşıyordu. Fakat koştuğu puslu sokakların sisini yararak gelen polislere çok dayanamayacağı aşikârdı…
Hızlanmak istiyordu ancak yaşı geçmişti artık bu tarz işler için. İşte geçen ay kırkını bitirmiş ve şu an attığı adımlardan daha sessiz bir şekilde kırk bir olmuştu. Şimdi durmak istiyordu ayaklarını olduğu yere gömmek isteyen gücün kollarına atlamak, haykırmak, ağlamak!
İşte yine olmamıştı düşündüğü, önce sirenler sonra fenerlerden yayılan zayıf ışık ve daha sonra polis bağrışmaları… Hepsi susmuştu ve yalnız kalmıştı gecenin ilerleyen saatlerinde çöpleri karıştıran köpekler ve kenarlara sinmiş sarhoşlarla İstanbul’un bir kenar mahallesinde.
Şişmiş dalağı değildi durmasına sebep ve nefesini boğan şeyin kalp atışlarının hızı olmadığını oda biliyordu. Bir kez daha o aşılmaz duvar gelmişti önüne. Acımasızca karşısında, gözlerinin önünde duruyordu yine vicdanı!
Evet, her zaman içinden bir ses fısıldıyordu eşitlik diye; çünkü tek dayanağı buydu. Her sabah uyandığında küfürler ediyordu kendine ve nefret ediyordu dünyanın bütün nefretleri üzerinden toplanmış gibi kendinden fakat gereksizdi tüm bu nefretler, gözyaşları; elindeki içki şişesi gibi.
Sonra şişeye baktı ve bir kez daha nefret etti kendinden. Hayat bir gazete kâğıdıydı şimdi o zehir dolu bir şişe! Hayat onu sarmıştı, boğuyordu ve sırf bu yüzden ağlıyordu, damağındaki şarap anlık bir eğlence…
İşte her geceki gibi aynısını yapmıştı. Belki yıllarca biriktirilen bir paraydı çantasındaki para, belki de minik bir hediyeydi sol cebinde ki bilezik! Düşünmemişti, o anda düşünmemişti. Sonra bir kez daha suçladı kendini sadece yalnız kalınca düşünebildiği için. Pişmanlık aşk dolu bir sevgili gibi boynuna sarılınca bir yudum daha aldı şişeden ve son damlaları dudaklarının köşesine bırakıp fırlattı şişeyi ruhu gibi bir kenara…
Çok sıradan bir hayattı belki, belki de çok farklı? Şişmiş gözlerine baktı önce arabanın camında daha sonra o gözlerde geçmişini gördü. Liseden terk unvanını omuzladığı günü, ilk işe başladığı saati, patronda yediği ilk tokatı hatırladı her gece yaptığı gibi ve ilk hırsızlığını…
Belki gençti ya da o öyle bir gerçek kurmuştu kendinde. Gençti ve her şeyi yapabilirdi, gençti ve sınır tanımamalıydı, gençti ve buna dayanıp anı yaşamalıydı sarhoş bedeni ve kararmış ruhuyla. Tabi o zaman farkında değildi ne ruhundan ne bedeninden… Sonra evlendirildi. Evet, o evlendirilmişti, evlenmemişti. Çünkü babası onu bir baltaya sap olarak görmemişti kendi deyimiyle ve evlendirmişti. Babasını sevmeme sebeplerinin başına bunu yazmıştı hep. Gencecik bir kızın hayatını kararttığını yeni düşünüyordu ama o zamanlar kendi hayatını karartan bir baba çiziyordu kafasında.
Tekrar kafasına ağır bir mermi gibi giriverdi ilk hırsızlığı… Daha on yedi yaşındaydı ve o zamanlarda gençti(!) babasının üç-beş kuruş parası vardı çekmecesinde ve o gece evden çıkmalıydı. Daha öğle saati arkadaşlarıyla konuşmuştu sahilde olacaklardı bu gece ve yaktıkları cılız ateş ve ellerindeki içkilerle acılarını sileceklerdi. Söz vermişti ve gitmesi gerekiyordu.
Doğru anda hedefe gitmeyi içgüdüsel bir öğretiymiş gibi daha o zaman başarılı bir şekilde yapmıştı ve ne annesi duymuştu çekmece sesini ne de kardeşi. Paraları bugün çaldığı bileziği koyduğu yere sağ arka cebine koymuştu ve bir işim var deyip çıktı. Annesi biliyordu gelmeyeceğini geceleyin ve sabaha karşı kapıdan bir ceset gibi oğlunu sırtlayıp yatağına götüreceğini… Ama o gece öyle olmamıştı. Babası fark etti önce çekmecedeki eksikliği ve evde esen minik bir rüzgar sabah yanaklarında patlayan tokatlarda fırtınaya dönüşmüştü.
Ayıldığında hışımla evden çıktı o hala bir gençti ve gençliği bunu emrediyordu arkasında sallanan bir kapı kolu bırakarak çıktı evden bu sefer. İlk iki geceyi arkadaşında geçirdi ve üçüncü gece arkadaşının bahaneleriyle biraz kırgın biraz sinirli ayrıldı arkadaşından. Sadece bir gece yapabildi belediyenin bankında. Yarı uyanık yarı uyku halinde gözleri kapalı ama her havlayan köpekten sonra üç dört dakika sağına soluna bakınan ve birkaç saniye sonra bir köpeğin daha acı acı inleyeceğini bilerek kafasını kirli montuna koyarak sadece bir gece geçirebildi.
Sonra gece onu korkutan köpeklerin uysallığında eve döndü sessizce girdi odasına ve günlerce babasının yüzüne bakamadı.
Ama unutuldu her şey kimilerince o unutmasa da. Zaman her şeyi silip süpürdü ve kalan tek tük şey hep acı verdi ona. Nihayetinde oda bir insandı ama hep lanetli gördü kendini.
Evlendi. Daha senesi olmadan bir kız çocuğu oldu, evine geç gitti, sabah geç kalktı, karısını dövmekten zevk aldı ve içti.
Önünden geçen iki çocuk, morarmış ama gözlü yaşlarla bekleyen bir kadın ve canını yaktığı onlarca aileden sonra gözlerini kendi sefil dünyasına açtı ve tekrar durdu. Yüksekçe bir yerdeydi şimdi nerede olduğunu bilmiyordu zaten düşünmedi de bunu. Sağına soluna bakındı, sonra saatine gitti gözleri saati göremedi. Gözleri uyuşuyordu, başı dönüyordu şimdi de. Yanındaki çimenlere kustu boşluğunu. Şimdi daha şiddetli dönüyordu başı, giderek hızlanıyordu dünya. Her sarsıntıda gözüne başka bir an geliyordu eskilerden ve gördüğü hissettiği her anda gözlerini biraz daha dehşetle sıkıyordu ama gitmiyordu işte…
Şimdi yüksekçe bir yerdeydi! Siyah, tozlu çantasına baktı ve boğazını kesmesine rağmen çekti çantayı ve yırttı.
Şimdi çıldırmış gibiydi! Çantayı tuttu ve bir çatıda olduğunu anladığı gibi aşağıya fırlattı. Düsturlu bir küfür savurduktan sonra boşluğa yankısını dinledi isyanının…
Şimdi deli gibi akan bir nehirde batıp çıkan bir saman çöpü gibiydi! Bir sigara yaktı zorlanarak ve dumanını savurdu uzaklara ve düşündü özgürlüğün uzaklarda olduğunu…
Şimdi tükenmiş bir içki şişesinin dibindeki damlaydı! Arka cebinden çıkardı bileziği ve asfaltta sesini duyana kadar bekledi öylece…
Sigarayı attı elinden ama o ayaklarının dibine düştü çünkü gücü kalmamıştı, çünkü artık o genç değildi. Bunu kabul ediyordu ve her kabulü onu daha da soğutuyordu kendinden.
Ve yine o film şeridi dedikleri şey geçmeye başladı gözlerinden. Nefret etmişti artık aynı sahnelerden, aynı acılardan ve yine düşünemiyordu. Çünkü bu sefer yalnız değildi sarmıştı acıları dört bir yanını ve kendini sigara dumanı gibi, bilezik gibi boşluğa bıraktı.
Rüzgar dudaklarına değince düşünmeye başladı ve uyandı uykusundan. Bir çığlık attı rüzgar sildi, bir çığlık daha atmak istedi ama olmadı. Doğruldu yatağından. Terliydi.
Şimdi istediği her çığlığı atabildiği yere, dünyasına dönecekti.
Gecikmeli de olsa teÅŸekkür ederim. Herhangi bir tercih deÄŸil bu, zihnimde dolananları anlatmaya çalışıyorum sadece…
Emin Bey, yazılarınız ve şiirleriniz çok güzel. Tebrik ederim. Fakat sanki biraz bunalımlı yönleri ağır basıyor gibi.
Yine de bizde hoş bir tortu bırakıyor.