Bir El Hayat Oynamaya Var Mısın?
ÇOCUK EĞİTİMİ, KIZIM BÜYÜYOR | Murat Pirinçci | 06 Ağustos, 2015 | 3.092 kere okunduYaz,  bu sene Türkiye’ye gelmek istememişti hiç.  Mevsimlerde kendini ağırdan almış, dört mevsim kol kola girmişti sanki. İnsanlar,  iki-üç mevsimi bir günde yaşar olmuştu. Aaa o da ne? Aniden güneş,  ben buradayım demeye başlamıştı. Sıcaklığıyla insanoğluna belli saatlerde çıkma dışarı fena yaparım diyordu adeta. Tabii bu arada yazla birlikte okullar da tatile girmişti.
Zamane çocuklarını bilirsiniz,  sabahtan başlayan televizyon, tablet, bilgisayar, telefon serüvenine kaptırırlar kendilerini. Bir ebeveynin duruma el koymasıyla son bulur bu teknoloji dadılarının hükümdarlığı. Ama bence çocukları bu kötü dadılardan uzak tutmakta fayda var. Alternatif tıp gibi alternatif olarak sokağı öne sürmeli. Olmadı piknik, yüzme veya yaz okulları imdadımıza yetişmeli.
İşte yine böyle bir gündü. Murat Bey kara kara düşünmekteydi. Bilgisayarının başında kızına vereceği hayat dersi için akla karayı seçmekteydi. Çünkü yaz mevsimi çocuk ile aile arasındaki bağın en hararetli olduğu zamandır. Sürekli gelgitler yaşanır.  Serra, aniden babasının yanında belirdi:
-Babacım, ne yapıyosun Allah’ını seversen. Yine hayvanlarla bir yolculuğa mı çıkacaksın? dedi.
-Evet, ama bir farkla bu sefer seninle çıkmak istiyorum. Ne dersin kızım?
-Aman baba, delirdin mi Allah aşkına?
-Hayır, gayet ciddiyim. Biraz sabırlı ol dedi ve Amazzonia adındaki belgeseli izlemeye koyuldu Murat Bey.
Serra,  suratı değişik bir hal almış şekilde:
-Baba,  gerçekten ciddi olamazsın. Yani olur da bu kadar olur.
Babası gayet rahat hareketler sergileyerek :
-Önce bilgisayarın tuşuna dokunarak belgeseli durdurdu. Sonra da:
- Serra,  Dünya üzerindeki her canlının  ibretlik bir hayat hikayesi vardır yavrucum. Her canlı,  biz o dilden anlamasak da, Yaradan’a bir kapı açar. Yani kısaca her canlı,  kendi lisanıyla bizi Yaratan var,  insanoğlu der. Karıncasından kuşuna, köpeğinden yarasasına… Hepsi Allah der.  Kimisi görüntüsüyle, kimisi sesiyle, kimisi de hareketleriyle…Tamam mı? Şimdi bir el hayat oynamaya var mısın?
Serra,  artık hadi lafı uzatma der gibi babasına baktı.
Ve belgeseli izlemeye koyuldular. Belgesel küçük bir maymun hakkındaydı. Ufacık bir maymun,  uçakla yolculuk yaparken tam da Amazon Ormanları’na düşer. Amazon Ormanları’nı bilir misiniz bilmem. Elinizdeki fırçayla  yeşil rengini koca bir tuvale yalatmışsınız gibi. Yukarıdan kuş bakışı bakacak olsanız,  kendinizi bir  brokoli tarlasında hissedersiniz adeta. Buraya kadar her şey normal,  ne var bunda hayat adına diyebilirsiniz. İşte tam da bu noktada Murat Bey :
-Serracım,  sence böyle sıcak ve bunaltıcı bir günde bu belgeseli  niçin ısrarla sana izlettirmek istiyorum?
Serra, hiç oralı olmadı:
-Baba senin işin gücün hayvanlar. Benim hiç ilgimi çekmedi, dedi.
-Tamam o zaman dedi, babası. Bu maymunun doğal ortamı burasıdır. Ancak doğal ortamından alınıp kafeslerde hayatını sürdürdüğü için …dedi.
Murat Bey, böyle yapmayı çok severdi. Çünkü bir eğitimci  olduğundan insanlara balık yedirmek yerine,  onlara balık tutmayı öğretmek gerektiğini savunanlardandı. Ve o  anda belgeseli durdurdu.
-Serra, senin başına böyle bir şey gelse sen ne yapardın? Bana bunu anlatan bir haftalık  günlük yazar mısın? Sen günlüğünü bitirdiğinde belgeselin devamını izleriz, tamam mı? dedi.
Serra,  sızlanarak:
- Babacım,  görmediğim bir yer hakkında bir haftalık günlük yazmamı istiyorsun. Ama ben daha Amazon Ormanları’nın Dünya üzerindeki yerini bile bilmiyorum.
Murat Bey, tam da istediğini bulmuş bir avcı edasıyla:
-İyi ya kızım,  önce kısa bir araştırma yaparsın. Sonra kendini kahramanımız olan maymunun yerine koyarsın.
Serra bir an önce yuvasına gitmenin yolunu arayan bir kuş misali:
- Tamam, tamam anlaşılan kurtuluşum yok, deyiverdi.
Murat Bey,  zafer kazanmış bir komutan misali:
-Yavrucum, son bir isteğim var. Yazacaklarının içine çeşni olsun diye hayallerini katmayı da unutma. Bitirdiğin gün seni bir sürpriz bekliyor olacak,  dedi.
İlk başlarda biraz gevşek davranan Serra,  başının etini yemeden kendisini bırakmayacağını biliyordu. Ve ilk cümleler…Daha sonra beyninde sürprizler bir bir canlandı. İşin ucunda bir şeyler olunca en masum çocuk bile aşka gelir. Eğitimin olmazsa olmazı yani. Motivasyon için ille de ödül.
Ve beklenen gün geldi. Serra defteri utanarak uzattı:
- Babacım, çok saçma oldu. Sırf,  sen istedin diye yazdım.
Babası gülümseyerek:
- Sürprizin hiç mi etkisi yok, kızım.
Serra bir anda gerildi:
- Ne yani bir haftalık günlüğü sırf sürprizin için mi yazdığımı düşünüyorsun, dedi sinirli bir şekilde.
Hayır, canım kızım. Ne demiştik daha işin başında. Aman neyse. Ben, bir an önce günlüğü okuyup belgeseli izlemek istiyorum deyip koltuğa uzandı Murat Bey:
- Serra, ben okurken sen de ikimize şöyle bol köpüklü bir Türk kahvesi yaparsın olmaz mı?
- Tamam ama, yazdıklarıma gülmeyeceksin baba deyip mutfağa geçti, Serra.
Kahveyi yapana kadar babası okumasını bitirmişti. Beraberce nitelikli bir zamanı daha geride bırakmışlardı. Hemen ardından belgeselin kalan bölümünü izlediler.
Murat Bey, kızının gönül dünyasına girmenin rahatlığıyla:
-Serra, burada önemli olan senin yazdıklarınla belgeselde geçenlerin örtüşmesi değil. Amacım sen de farkındalık oluşturmaktı. Hayat, sadece bizim gördüklerimizden ibaret değil, bir de madalyonun öteki yüzü var, değil mi?
-Baba, yine verdin coÅŸkuyu.
-Evet, gelelim sürprize.  Ama önce senden bir ricam olacak.  Dünya üzerindeki her canlı bize hayat adına bir şeyler fısıldar. Bizim onu anlamamız için at gözlüğümüzü çıkarıp üç boyutlu hatta dört boyutlu bir gözlük takmamız gerekebilir. Şimdi gidip odana bir bakar mısın?
Serra, yıldırım hızıyla odasına gitti. Bir de ne görsün! Kocaman bir kafesin içinden miyav miyav diye sesler geliyordu. Anladı ki uzun süredir istediği şey gerçek olmuştu. Hemen babasının yanına gidip teşekkür etti. Ve tekrar odasına dönerek evin yeni misafirinin yanına uzandı. Baba kız ayrı odalar da ama aynı duyguların mutluluğuyla bir el hayat oynamışlardı.