Eyvah! Kızım Büyüyor
ÇOCUK EĞİTİMİ, KIZIM BÜYÜYOR | Murat Pirinçci | 09 Temmuz, 2015 | 7.548 kere okunduGünler su misali akıp geçiyordu. Yalnız her geçen gün Serra’nın çocukluğundan bir şeyleri alıp ergenliğine devrediyordu. İşte hayat böyle devam ederken kahramanımız Serra her günkü Serra değildi. Onun yerine laf dinlemeyen, sürekli muhalefet eden, verin ki yiyeyim çalın ki oynayayım felsefesini gütmeye çalışan bir kız gelmişti. İçi fıkır fıkır dışı kıpır kıpır bir ergen olmuştu. Teşbihte hata olmaz inşallah. Doğal ortamından alınıp kafese konulan bir kuş misali. O ergenliğin doğallığını terazinin bir kefesine koymaya çabalarken; maalesef babası Murat Bey de çocukluk kefesine acımasızca bastırıyordu. Hatta hatta bu konuda Serra’ya da yakın ve sıkı bir markaj uyguluyordu.
Serra ağzından “Baba seni çok seviyorum. ”cümlesini hiç eksik etmiyordu. Evdeki hesap çarşıya uymamaya başlamıştı. Bir baba olarak Murat Bey, bunlara pek anlam veremiyordu. Ta ki Mine İzgi’nin Kızımı Yetiştiriyorum”adlı kitabını okuyana kadar…Kitapta bir kız çocuğunun yaş özellikleri, en ince ayrıntısına kadar sıralanmıştı. Ama her şey kitapta yazdığı gibi olsaydı. Onca anne baba imtihanların en acısı olan evlat imtihanını yaşar mıydı?
Günlerden bir gün Serra yine babasına yanaştı ve ona sarılarak:
-Canım babam, seni çok seviyorum. dedi
Murat Bey, buna bir anlam veremedi.
Gel zaman, git zaman Serra “Canım babam, seni çok seviyorum. ”cümlesini sokakta, başkalarının yanında, çarşıda, pazarda sık sık dillendirmeye başlamıştı. Durumu ilk başta ciddiye almayan Ayşe Hanım ve Murat Bey bu konuda kendi aralarında konuşuyorlardı:
Ayşe Hanım bu konuda çok dertliydi. Çünkü eşi ve kendisinin yetiştikleri toplum ataerkil bir toplumdu. Yani kızı yeren erkeği öven bir anlayışla büyütülmüşlerdi. Bunun doğal bir sonucu olarak da sürekli eşini ikaz ediyordu.
Ve bir gün:
-Muratcım, sakın Serra’dan uzak durma, yoksa çocuk farklı yerlerde bu sevgiyi arar, dedi.
-O an Murat Bey, bir şey söyleyemedi ama içinde bir girdap oluşmuştu.
İlk göz ağrıları olan Serra ile başlayan babalık macerasını bir film şeridi gibi zihninde canlandırdı.
Serra, hayat yolculuğuna daha anne karnındayken unutulmaz bir macera ile başlamıştı. Annesi Ayşe Hanım, mide kanaması geçirdiği için hastaneye kaldırılmıştı. Ve bazı ilaçlar kullanmıştı. Buraya kadar her şey normaldi. Ama Serracık, o an annesinin karnındaydı ve bu durumdan ne annesinin ne de babasının haberi vardı. Tabii durumdan haberdar olunca doktorlar bu yolculuğu sonlandırmak istediler. Ne annesi ne de babası razı olmadı bu duruma. Neyse yolculuk ufak bir aksilik ile başladı. Ve dünyaya merhaba dediğinde bir tek babası vardı yanında. Murat Bey, o anı daha dün gibi hatırlıyordu. Derken 2 veya üç yaşlarında başına sirke düştüğü günler geldi aklına. Ve sonra 15 aylık iken verdikleri kreşte altını değiştirmedikleri için altı pişen Serra’yı hatırladı. Bunlar hep İstanbul’da yaşanmıştı. Aile önemli bir karara imza atarak Yalova’ya yerleşti. Ve Serra anasınıfına, ardından ilkokula gitti. Şimdi de 4. sınıfı bitirdi ve ergen oldu.
Murat Bey, 10 yaşındaki Serra’yı 10 dakikaya sığdırmıştı. O an sehpanın üzerinde bir defter gözüne ilişti. . Şöyle dikkatlice baktığında arasında kalem bulunan bir sayfa vardı. İlk başta özel olduğu için içinden bir ses hayır diye haykırdı. Ama o, bu duruma aldırmadı. Ve sayfayı açtığında Ayşe Hanım’ın söylediklerinin gerçek olduğunu ayan beyan gördü. Kızları, babasında bulamadığı sevgiyi dışarıda aradığını anlatan cümleler kaleme almıştı. Resmen içindeki bu onulmaz yarayı derman olur diye günlüğe yansıtmıştı. Deyim yerindeyse yapbozun bir türlü bulunamayan parçası ben buradayım diyormuş da heyhat Murat Bey’in ruhu bile duymamış bunca zamandır.
İçinden, hayır olamaz diyemedi; çünkü olan olmuştu. Hani derler ya ‘Olmuş ile ölmüşe çare bulunmaz. ’Amma velakin son pişmanlık son safhaya ulaşmadan fayda verebilir diyerek Serra’yı yanına çağırdı:
-Biliyorum canım kızım belki bana kızacaksın hatta hatta belki zor affedeceksin. Sana ait bir şeyi iznin olmadan inceledim. İyi ki de incelemişim. Yoksa yaptığım hatanın farkına nasıl varacaktım? Önce iğneyi kendime batırıp canımı acıtayım sonra da sana çuvaldızı batırırım, dedi.
Serra, babasının dediklerinden tam olarak bir şey anlamamıştı. Özel bir şey, izinsiz, iğne, çuvaldız derken…Kafasına dank etti. Babacım seni çok …diyemeden babası onu kucakladı. Ama bu kucaklama her zamankinden farklıydı. Çünkü hayatın yoğunluğundan kızını yoğun bakıma sokan bir babanın aldığı önemli bir dersti bu.
Kizini yogun bakimami soktu? Nasil yani ? Kizini mi dovdu?
Sevgili Kardeşim,
Güzel bir konuyu kendine has üslubunla işlemişsin. Zaten önemli olan neyi anlattığın değil, nasıl anlattığındır.
Bu tür konulara, mümkün olduğunca yerli ve milli bir pencereden bakarak yazmaya devam diyorum.
Selam ve muhabbetle.
Hocam kaleminize sağlık, çok değerli bir paylaşım olmuş. Çocuk gelişimini ne kadar bilirsek bilelim, söz konusu insanın kendi çocuğu olunca durum farklılaşıyor. Bu ve benzeri tecrübelerden öğrenecek çok şeyimiz var. Devamını ilgiyle bekliyoruz.
kızım on yedi yaşında ve benden nefret ettığini düşnüyorum benden izin almadan dişarı çıkıyor vakitli vakitsiz benim hayır bu saatte çıkamazsın demem hiç bir şey ifade etmiyor ne yapmam lazım yardımınıza ihtiyacım var not babası öldü ben tek başıma başedemiyorum
Güzel bir konu seçmişsiniz, tebrik ederim. Bu tür ders verici hikayelere toplumun ihtiyacı olduğunu biliyorum. Umarım sayısı artar. Ve özellikle yeni anne babalar, yazarın anlattığı bu konulara daha dikkatli olur, çocuklarına daha çok vakit ayırırlar.