Hayatın Kalbine Yolculuk
YAZI DEFTERİ | Neslihan Beyhan | 25 Mart, 2011 | 6.121 kere okundu -İyi akşamlar öğretmenim!
-!..
Gülşen Öğretmen evine giderken oldukça dalgındı. Yolda kendisine sevgiyle selam veren öğrencilerini dahi duymayacak türdendi dalgınlığı. Zihninde, sonraki gün derste işleyeceği seyahatname ile ilgili ders akışı vardı. Bu konuyu o an hatırına getiren de galiba karşı dağların yol vermeyen sessiz bekleyişleri ile onlara inat sevenleri kavuşturmak için ucu ucuna eklenmiş uzun ince yollardı. Öğrencileri için bu ders sıradan olmamalıydı. Zira hem Evliya Çelebi sıradan biri değildi hem de Seyahatname her Türk genci için edinilmesi ehemmiyetli bir kültürel birikimdi.
Çocuklara yolculuğun önemini mi sormalıydı önce? Seyahat etmenin bir insanın en önemli gayesi olup olamayacağını mı sormalıydı? Dünyamızın ve ahretimizin güzellik kaynağından istenebilecek şefaatin yerine, Evliya Çelebi misali seyahat arzusunun konulup konulamayacağını mı sormalıydı acaba?
Onlara sorayım diye düşündüğü sorulara önce kendisi verebilmeliydi ince cevaplar. Bu güç soruları daha önce o da sormamıştı kendisine. Bir insan figürü vardı önünde hem evliya yani veli, hem de çelebi. Sürekli yolculuk etmek ve evliyalık düşüncesi bir türlü oturmadı zihninde.
O an, üniversitede iken tasavvuf edebiyatı dersinde velilerin dünyasına dair edindiği bilgileri anımsadı. Tasavvuf olgusuna göre insan, insanı kamil olmak için “yola çıkan” aslında her dem seferde olan kimse idi. Seyrü süluk etmek ise bu yolcuğunun genel adı ve hedef belirleme zemini idi. Bu yolculuk gelinen yere yapılıyordu. Mevlana geldi bu kez. Sazlıktan koparılan neyin inleyişini adeta o an duyuyor gibiydi. Bu neyin derdi acaba dertli dolap’ın inleyişi ile benzerlik göstermiş miydi? Her ikisi de Mevla’ya aşkından inliyordu mutasavvıflara göre .
-Ne düşünüyordum ben? Zihnim karıştı. Nerden geldim sazlığa, dolaba? Hay Allah. Ha tamam seyahat ile ilgiliydi.
Ney, ayrılık yolcuğunun üzüntüsünü atamıyor inliyordu. Nereden gelmişti bu gurbet illere. Vatanım da vatanım demesi, sesiyle yürekleri yakması bu yüzdendi.
Geri dönüş için olsun bu kez yolcuğa talipti. Burada sadece bir yolcu olmak istiyordu. Neyin konuşup da söyleyemediği tam da kendi durumu gibiydi Gülşen Öğretmenin. O da daha iki ay önce tayin olmuştu şu gurbet diyarına. Ne de zor olmuştu ailesinden kopuşu. Soranlara “Burada geçiciyim, bir süre sonra tayin isteyeceğim” diyerek içindeki asıl vatanına duyduğu özlemi de dışa vuruyor, sadece bir yolcu olmanın verdiği umut ve hasreti duyumsuyordu. Ailesinin yanına her gidişinde yolları daha bir sevmeye başlamıştı. Yollar ve yolculuk artık hayatının bir parçası olmuş, seyahat etmenin her türlüsüne kendini alıştırmıştı. Havadan, karadan, yerin altından, yerin üstünden… hiç fark etmiyordu. Yeter ki evine ulaştırsındı onu yollar, yolculuklar…
Belki de bu nedenle öğrencileriyle yarınki derste seyahat konusunu daha mütefekkirane ele almak istemişti. Mevlana her insanın ayrılık acısını sembolleştirdiğine göre yolculuk ve ayrılıklar aslında hayatın kendisi gibi değil miydi? İnsan dünyada bir yolcudur felsefesi vardı İslam’da. İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece diyen şairin istiare sanatı yaptığını daha geçen gün anlatmıştı çocuklara.
-İki kapı’dan kasıt ne olabilir çocuklar?..
-Dünyaya geliş ve gidişimiz olmalı Hocam, cevabını alabilmişti. Bunu başarmak ve bu sanatı onlara öğretmek zorundaydı.
-Peki o zaman dünya neye benzetilmiş?
-İki kapılı bir hana Hocam.
-İki kapılı bir han ile dünyanın nasıl bir benzerliği olabilir ki?..
Bu sefer çocuklara daha uzun süre düşünme imkanı verdi. Çok okuyan ve kritik yapabilen bir öğrenci olan Burcu cevabı bulmakta zorlanmadı.
-Hocam insan dünyaya anne karnından gelir, bu bir kapıdır; kabir kapısından çıkar, bu da diğer bir kapı olmuş olur.
-Aferin dedi Hocası. Mevlana’nın kabir kapısı ile ana karnının şeklen de benzediğine dair görüşlerini de o an anlattı Gülşen Öğretmen.
Çocuklardan biri:
-Hocam o zaman biz türküdeki gibi iki kapılı bir handa gerçekten de gündüz gece gidiyoruz ya, türünden bir espri yapmıştı.
Aklına bu şaka sözleri de geliverdi dalgın dalgın ilerlerken. Evet dedi kendi kendine. Tasavvuftaki anlayış türkülerde de var. Biz yolcuyuz buralarda. Her yerde. Hatta evimizde, ailemizin yanında iken bile…
Aslında yolculuk için yaratılan insanın, uzaya dahi yolculuk etme cesaretine şaşırmamak gerekirdi. En zor şartlara dahi dayanacak, en uzak topraklara, iklimlere dahi uyum sağlayabilecek donanımda yaratılması bunun en güzel göstergesiydi. O halde hayatın anlamıydı yolculuk ve alimlerin hayata bakışıydı gurbet. Gülşen öğretmen bu kez kendi suni gurbetini küçülttü gözünde. Hakiki gurbetin içinde gizlenmiş küçük bir gurbet idi onunkisi. “Gurbet içinde gurbet” diyenleri anımsadı.
Çalıştığı kasabadan daha iyi şartlarda olduğu için evini tuttuğu ilçeye idi o anki yolculuğu. Garaja geldiğini fark etmesiyle zihninde incelen ve derinleşen güzel mefkureler birer birer
çekildiler. Gülşen Öğretmen, minibüsteki yerini aldığında elindeki valizi gören kasabalı hanım, o çok bilinen soruyu soruvermişti?
-Yolculuk nereye Hoca Hanım?
Gülşen öğretmen birden bire bu soruyu hayatında ilk kez duymuş gibi oldu. Yolculuk nereye idi? Düşündü düşündü, cevabı çok zordu?
Daha güzel ahlaklı, iyi bir insan olup nice güzel insanlar yetiştirmeye mi demeliydi, takvimden aileme kavuşacağım günlerden bir gün karalamaya mı demeliydi, Yunusların, Mevlanaların, Evliya Çelebilerin geçtiği yollardan onlarla varılacak güzel yerlere mi demeliydi… birden toparlandı. Yanında cevabını bekleyen muhatabı bu kadar bekleyişi hayra yormayabilirdi.
-Kusura bakmayın, dalgınım biraz. Valizim okulda kalmıştı. İlçedeki eve götürüyorum.
Böylece bir okul dönüşü yolcuğu daha başlıyor; öte yandan Gülşen Öğretmenin ve aslında tüm insanlığın kendi içindeki yolcuğu, son nefese kadar kesintisiz devam ediyordu…
Hayatın Kalbine Yolculuk yazınız çok güzel bir yazı. Tüm Hocalarımızı saygı ve hürmetlerimizi sunuyoruz.
gerçekten çok güzel mana yüklü sözler insanı gerçek aleme göturmektedir. selamlar…