İlkbaharda Kışı Yaşamak [Minik Hasan'ın Hikayesi]
YAZI DEFTERİ | Eyyüp Beyhan | 19 Şubat, 2012 | 4.006 kere okundu
Gül tomurcuğuydu yeni yeni filizlenen. Daha dördüne yeni basmış, sevgi heybesinden etrafına gülücükler saçan hayat dolu bir çocuktu minik Hasan.
Tatlı dilli mahallenin maskotu…
Mahallenin kralı gibi ellerini arkasına bağlar birkaç tur atardı sabahın erken saatlerinde. Gördüğü herkese bir laf dokundururdu muhakkak. Ondan en çok payı yan komşumuzun büyük oğlu – minik Hasan’ın Metin Abi dediği kişi- almıştır. Onu gördüğünde ona her zaman söylediği sihirli kelimeyi- eş…- söylerdi. Mahallede hacı dedesi ve hacı ninesi de vardı camdan her zaman seslendiği. En çok bakkal hakkı abisiyle, bakkal Ayşe teyzesini severdi. Dışarıya adımını attı mı hemen bakkala koşar, önce onlara selamını verirdi mevzuat gereği. Temizliğine çok dikkat ederdi küçük Hasan. Dört yaşında olmasına rağmen şık giyinmeyi sever, sevmediği bir elbiseyi annesi asla giydiremezdi.
Küçük Hasan’ın abisi yurtta kalıyordu. Adı Celalettin idi. On beş günde bir eve giderdi. O hafta eve gitmemeye karar vermişti; ama içini kemiren sıkıntı bir türlü onu rahat bırakmıyordu. Bu hali küçük çapta da olsa sık sık yaşardı Hasan’ın Celalettin ağbeyi. O haftadaki sıkıntılı hali diğer günlerdeki sıkıntılı olduğu hale hiç benzemiyordu. Ruhu daralıyordu adeta. Nefes almak bile ona zor geliyordu.
Celalettin’in sıkıntısının doruğa ulaştığı bir geceydi. Zifiri bir karanlık sarmıştı her yanı. Her şey haddinden fazla karaydı. Bir türlü uyku tutmuyordu. Aynı duyguları onunla paylaşan birileri daha varmış meğer annesi babası ve kardeşleri…
Güneşin o gün başka bir doğuşu vardı. Her şey farklıydı. Saatler yediye doğru ilerliyordu usulca. Hasan’ın Babası ve Enes abisi işe gitmek için hazırlanıyorlardı. Kemal abisi O gün hastaydı. Hasan ilk defa erken kalkmıştı. Farklı bir hava esiyordu evde. Hasan, Enes abisi aşağıya inince hemen bacağına sarıldı:
- Abi, bu gün beni işe götürür müsün? Üç defa üst üste aynı cümleyi tekrarladı. Dördüncü seferinde emri vaki etti:
- Abi beni işe götüreceksin. Abisi:
- Hayır, bugün seni işe götüremem. Hasan işe götürülmeyeceğini anlayınca üzgün üzgün yatak odasına gidip babasına:
- Babacığım bu gün işe gitme ne olur, dedi Babası:
- Oğlum ben işe gidip oradan sana çikolata getireceğim, diyerek oğlunu teselli etti.
Abisinden ve babasından yüz bulamayan Hasan hemen annesinin yanına koştu. Sanki bir randevusu varmış gibi annesinden saçlarını taramasını ve en çok sevdiği elbisesini giydirmesini istedi. Annesi saçları güzelce taradı, en çok sevdiği elbisesini giydirdi, yanağına bir de öpücük kondu. Hasan da çok sevdiği annesinin yanağına “görüşmek üzere” dercesine yürekten iki öpücük kondurdu. Babası ve Enes Abisi kahvaltısını yapıp işe giderlerken Hasan arkalarından onlara bakarken yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.
Evde Kemal abisi, annesi, daha birkaç aylık olan kardeşi Tuğba vardı. Kemal Abisi hasta olduğu için yatağında istirahat ediyordu. Annesi ise günlük işleriyle uğraşıyordu. Tuğba da mışıl mışıl uyuyordu.
O sırada Hasan da hiç yapmadığı bir şeyi yapmak istedi. Annesinin cüzdanından bir lira aldı. Kapıyı yavaşça açtı ve terliklerini giyerek usulca beşinci kattan aşağıya indi. Beş katlı apartmandan hiç kimse Hasan’ın ne ayak seslerini duydu ne de onu bir gören oldu.
Bakkal:
- Hayrola Hasan bu saatte ne işin var, senin şu anda uykuda olman gerekmiyor muydu? diye takıldı. Hiç kimseden lafını esirgemeyen Hasan o gün dut yemiş bülbüle dönmüştü sanki. Hiçbir şey söylemeden oradan ayrıdı. Bakkal da Hasan’ın bu haline bir anlam verememişti.
Hasan bir elinde çekirdeği diğer elinde çekirdekten kalan beş kuruşu sallana sallana evin yolunu tuttu. Yan komşunun evinin yanına geldiğinde elindeki beş kuruşu yere düştü. Yuvarlandı, yuvarlandı oraya park etmiş olan bir tüpçü arabasının arka tekerinin altına girdi. Hasan parasını almak için tekerin altına eğildi. Bu arada arabanın şoförünün arabayı çalıştırdığını fark edemedi. Şoför de minik Hasan’ı fark edemedi. Arabayı bir ileri bir geri yapınca aniden, anne, anne, anne….feryatları mahalleyi boğdu.
Şoför ne olduğunu anlamadan bir daha ileri gitti. Bu sefer kısık bir sesle bir defa anne…feryadı annenin kalbine saplandı. Şoför şaşkınlığından ne yapacağını şaşırıdı.
Minik Hasan’ı oracıkta kanlar içinde bırakıp kaçtı. Mahalle kana boyanmıştır adeta. Mahallenin Hacı teyzesi hemen koştu. Hasan’a üç defa:
- Hasan, yavrum, diye seslendi.
Hayat dolu, hiç kimseden lafını esirgemeyen Hasan’ın yüzünde sadece Azrail verdiği son tebessüm vardı. Yollar kana boyanmıştı. Hasan’ın sıcacık bedeni soğuk asfaltın üzerindeydi. Sanki uyuyordu. Evinin ziline bastı Hacı Nine. Zilde Hasan’ın feryatları vardı sanki. Annesi zil çalınca hemen Hasan’ı aradı evde. Hasan yoktu. Hemen cama koştu. Kara asfaltı üzerinde yatan küçük Hasan’ını gördü. Önce uyuduğunu zannetti. Evet uyuyordu ama bu ebedi uykuydu.
Hasan ebedi uykuya dalmıştı asfaltın üstünde. Annesinin gözüne Hasan’ın vücudundan damlayan kanlar ilişti. Annesi yandı annesi tutuştu.
Annesinin ciğeriydi kaldırımlarda yatan. Camda donup kaldı yavrusuna bakarak. Abisi hasta olmasına rağmen yatağından fırladığı gibi beş katlı apartmanı üç saniyede inmişti. Hasan’ı hemen kucağına alarak hastaneye koştu. Hiçbir araba yoktu etrafta. Yolda bir taksiye bindiler ve hastaneye yetiştiler. Bir umut beklemeye başladılar. Doktor daha içeriye yeni almıştı Küçük Hasan’ı. Daha bir dakika olmadan üzgün üzgün: “başınız sağ olsun”dedi. Hasan ruhunu Allah’a teslim etmişti.
Haber Hasan’ın babasına ulaştırıldı. Baba yıkıldı. Gözlerinden akan yaşlar sakalını sırılsıklam etti. Ya kalbi… paramparça olmuştu. Annesinin dili tutulmuştu. Konuşamıyordu. Devamlı ağlıyordu. Ya kardeşleri… ya abisi… onun kucağındaydı son nefesinde… O, hepten perişandı. Kara bulutlar sarmıştı mahalleyi. Kimse inanamıyordu minik Hasan’ın ölümüne. Her kes şöyle diyordu: hayır bu çocuk ölemez…
Ama ilahi takdirdi bu her kesin başına gelecek. Kimine doğar doğmaz gelir Kimine dört yaşında… kimine ellisinde, kimine altmışında, yetmişinde sekseninde… her kese gelecek velhasıl.
Hasan derin bir sukûta dalmıştı. Annesi gelir diye kapıları gözlüyordu.
Hasan’ın Celalettin abisi yurtta durmamıştı. İçindeki sıkıntıların etkisiyle eve telefon açtı. Numarayı çevirdi. Telefon dört beş kere çaldı. Telefonu açan yoktu. Sonunda telefonu Mehmet Amcası açtı.
- Alo amca ben Celalettin. Nasılsın?
- İyiyim.
- Sen nasılsın?
- Ben de iyiyim. Babamla görüşebilir miyim?
- Baban hasta telefonun başına gelemez.
- Öyleyse abimle konuşayım.
- Abin de burada yok.
- Amca sesin neden titriyor? Evde bir şey mi var?
- Hayır Celalettin evde hiçbir şey yok.
Celalettin telefonu hemen kapattı. Evde bir şey olduğunun farkına varmıştı. Benden saklıyor olmalılar diye düşündü. Apar topar durağa koştu. Bin bir düşünceyle mahalleye vardı. Mahallede Dayısıyla karşılaştı. Kaldırımın üzerine oturmuş ağlıyordu. Onu görünce hemen gözlerini sildi.
- Dayı niye böyle üzgün duruyorsun? Dayısı,
- Hayır ben üzgün falan değilim. Gayet neşeliyim, dedi ağlamaklı bir sesle. Eve gitmesine engel olmaya çalıştı. Celalettin hemen eve koştu. Evden ağıtlar yükseliyordu. Ve akrabalarından kalabalık bir cemaat toplanmıştı evde. Celalettin amcasının yanına oturdu. Amcasına kısık bir sesle:
- Amca bu gün burada neler oldu? Neden toplandınız? Amcası:
- Birisi sana bir emanet verdi diyelim. Bu emaneti istediği zaman senden alabilir mi?
- Tabi alabilir Amca.
- O zaman bak Celalettin, Allah verdiği emaneti geri aldı.
- Amca biraz daha açık konuşabilir misin? Amcası da yüreğime hançer gibi saplanan acı haberi verdi.
- Celalettin Allah Hasan’ı verdiği gibi aldı. Hasan kamyonetin altıda kaldı. Celalettin oracıkta yığılı kaldı. Yıkıldı…
Yüreğine kan akıtan baba :
- Allah’ın emri böyleymiş, bize ona dua ve şükür etmekten başka bir şey kalmıyor, diyerek ve acıyı kalbine gömerek herkese teselli vermeye çalışıyordu.
[1996 yılında minik Hasan'ın abisi tarafından yazıldı.]